18 Ocak 2014 Cumartesi

Üstün DÖKMEN / BİR ÇOCUĞU GELECEĞİN SUÇLUSU OLARAK YETİŞTİRMENİN 8 KURALI

BİR ÇOCUĞU GELECEĞİN SUÇLUSU OLARAK YETİŞTİRMENİN 8 KURALI 

1. Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla !
Ki, herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğuna inansın...

2. Fena sözler söylediğinde gül !
Ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın...

3. Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın ! 
Bırak, onsekizine gelince kendisi karar versin...

4. Yerde bıraktığı her şeyi kaldır:kitaplarını, giysilerini, pabuçlarını...Onun için her şeyi sen yap !
Ki, sorumlulukları hep başkalarına yüklesin...

5. Onun önünde sık sık kavga et !
Ki, bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın...

6. Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma !
Asla kendi parasını kazanmanın
ne demek olduğunu öğrenmesin...

7. Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını
yerine getir !
Ki, istediklerini her zaman elde etmeye
Şartlansın...

8. Komşulara, öğretmenlere, polise, vs. karşı
hep onun tarafında ol !
Ki, hepsine karşı ön yargılarla davransın...

Üstün DÖKMEN

11 Ocak 2014 Cumartesi

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:

“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.

“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!”

Aynur Polat / Aslında Cemal Süreya okumayan adama

Aslında Cemal Süreya okumayan adama oy vermeyeceksin. 
Turgut Uyar’ı bilmeyen doktora muayene olmayacaksın. 
Federico Garcia Lorca’nın bir dizesiyle seni karşılamayan berberin koltuğuna oturmayacak, 
Seferis’in bir şiirini okumamış bir manavdan roka da almayacaksın. 

Aziz Nesin’in bir iki kitabını okumamış hakimin adaletine güvenmeyecek, 
Can Yücel’in en az üç kitabını okumamış polise kimliğini göstermeyeceksin… 

Aynur Polat

6 Ocak 2014 Pazartesi

Melih Cevdet'e sormuşlar 'Evlilik nedir'

Melih Cevdet'e sormuşlar 'Evlilik nedir' diye. 

Eskiden demiş, kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. 
Tabi o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. 
o yüzden buna 'evlenmek' denirdi. 

Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, 
bu yüzden artık evlilik "katlanmaktır" demiş.

9 Ekim 2013 Çarşamba

BAYRAK

BAYRAK
1871'den Kalma Bir Fotoğraf...

Bu fotoğraf 1871’de çekilmiş bir fotoğraf.
Dönem, Osmanlı İmparatorluğu dönemi.
Daha Türkiye Cumhuriyeti ortada yok.
Mustafa Kemal Atatürk bile daha doğmamış.
Atatürk’ün Türkiye’yi kuracağını henüz bilen yok.
Vapurun arkasında dalgalanan bu günkü Türk Bayrağı.
Bunu niye mi yazdım?
Bugün bir gazetede okuyunca şaşırdım.
Bir gurup açıklama yapmış:
"Türk Bayrağına karşıyız !
Osmanlı Bayrağını görmek istiyoruz."
Zaten bugünkü Türk Bayrağı son Osmanlı Bayrağı...
Osmanlı imparatorluğunun 1844 yılına kadar resmi bayrağı yok.
O yıllarda Avrupa devletleri de kendilerine bayrak seçiyorlar.
1844 yılında ilk defa milli bayrağımız olmasına karar veriliyor.
O zaman bugünkü bayrak tasarlanıyor.
Dönem Sultan Abdülmecit dönemi.
Yani son altı Osmanlı padişahı bu bayrakla karşılanmış.
Cumhuriyet de aynı bayrağa devam etmiş.
Sadece kolay çizilebilmesi için yıldızı ortalamış.
Cumhuriyete karşı çıkmak için
sallıyorsunuz ama,
bari bu kadar cahilce sallamayın ! :(((

21 Eylül 2013 Cumartesi

AZİZ NESİN - MAAŞ ZAMANI

 MAAŞ ZAMANI

İnsanın sesini iyi kullanmasının gerekli olduğuna inanıyorum. Babamın anlattığına göre, çalıştığı fabrikanın sahibi de, sesini çok etkili kullanıyormuş. Babam, evimize gelen konuklara bunu sık sık anlatır. Gündeliklerini artırması için işçiler, ya da işçi mümessilleri, ustabaşıları, fabrika sahibine "Geçim sıkıntısı çekiyoruz, gündeliklerimizi arttırın." diye rica ederlermiş. Patron, onlara sesini titreterek, öyle yumuşacık, tatlı bir sesle bir şeyler söylermiş ki, kendi sesinin etkisinden önce kendi gözleri dolarmış. Ondan sonra artık işçiler gözyaşlarını tutamazlarmış. Patron ağlar, onlar ağlarmış. Bir zaman karşılıklı ağlaştıktan sonra, ne diyeceklerini de unutan işçiler dışarı çıkarlarmış. Neden sonra kendilerine gelir gibi olunca, "Yahu, patron bize ne söyledi de biz öyle ağladık?" diye birbirlerine sorarlarmış. Ama patronun ne dediğini hiçbiri hatırlayamazmış.

Bir seferinde babam, arkadaşlarına:

- Sıkı duracağım, ne söylerse söylesin ağlamayacağım.. Hem de gündeliğimi artırmadan yanından çıkmayacağım, ya da işten ayrılırım.. demiş.

Daha içeri girip de:

- Beyefendi... der demez, patronu:

- Zor, zor kardeşim.. Biliyorum, bu zamanda geçim zor. Hiç bilmez olur muyum? diye başlamış.

Bu sözlerde ağlayacak bir şey yok ama, kağıt üstünde yazılı olunca öyle, bir de bu sözleri sesini yerli yerinde titretmeyi bilen birisi söylesin, karşısında taş olsa dayanamaz, ağlar. Ama babam, ne olursa olsun, ağlamamak için kendini tutuyormuş. Başlamışlar konuşmaya...

- Kaç kişiye bakıyorsun?

- Beş kişi...

- Vah vah vah!..

O kadar çok ve o kadar acıklı vah vah demiş ki, babam nerdeyse kendini tutamayıp boşanacakmış. Ama dişlerini dudağına geçirip dayanmış.

- Çocukların okula gidiyor mu?

- Biri gidiyor, biri gitmiyor...

- Çok yazık! Demek birini gönderemiyorsun...

- Ufak da ondan, büyüyünce göndereceğim.

- Karına üç yılda bir manto da yaptıramazsın...

Babam:

- Yaptırıyorum, demiş.

- Karın hasta da üstelik, değil mi?

- Yoo, hasta değil!

- Değil ama kardeşim, olabilir. O zaman ne olacak? Vah vah vah.. Kim bakacak zavallıya? Doktor ister, ilaç ister.. Bunların hepsi para.. Nasıl ameliyat ettireceksin?

- Kimi?

- Çocuğunu...

- Ne ameliyatı beyefendi? Öyle bir şey yok..

- Yok ama, mesela.. Gerekse...

Babam yine de dayanacakmış ama, patron ağlamaya başlayınca babam da gevşemiş:

- Aman beyefendi, ağlamayın, ne olur.. Biz nasıl olsa oluruz, bir kolayına bakarız.. Allahaşkına ağlamayın! demiş ki ona bakıp kendini de ağlatmasın.

Babam bu olayı anlatırken hep şöyle der:

- O zamana kadar patronla neler konuştuklarımızın farkındayım. Ama ondan sonra sözün gidişini kaybettim. Patron acıklı sesle bir şeyler anlatıyor, ikimiz karşılıklı ağlaşıyorduk. Derken nasıl olduysa, kendi kendime, "Toparlanayım da, bakalım şu adam neler anlatıyor, bir dinleyeyim." dedim. Bir de dikkat ettim, ne anlatsa iyi? Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in Kerbela'da nasıl şehit edildiklerini anlatmıyor mu? Nasıl edip lafı Hasan-Hüseyin'e getirdi, hiç anlayamadım.

Babam, ağlaya ağlaya patronun yanından çıkmış.


AZİZ NESİN 

20 Eylül 2013 Cuma

AHMET ÇAVUŞ / Trikopis'in esir alınışı

(Trikopis'in esir alınışı)

AHMET ÇAVUŞ

Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, bir zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:- Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim. Sordular:- Ne kadar kuvvetiniz var? dediler.- Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.- Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.- Alay kumandanıyım, dedim. Rütbemi sordular?- Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı. Hayretlerini gidermek için devam ettim:- Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler. Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:- Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?- Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!... Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:- Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı... Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.