21 Eylül 2013 Cumartesi

AZİZ NESİN - MAAŞ ZAMANI

 MAAŞ ZAMANI

İnsanın sesini iyi kullanmasının gerekli olduğuna inanıyorum. Babamın anlattığına göre, çalıştığı fabrikanın sahibi de, sesini çok etkili kullanıyormuş. Babam, evimize gelen konuklara bunu sık sık anlatır. Gündeliklerini artırması için işçiler, ya da işçi mümessilleri, ustabaşıları, fabrika sahibine "Geçim sıkıntısı çekiyoruz, gündeliklerimizi arttırın." diye rica ederlermiş. Patron, onlara sesini titreterek, öyle yumuşacık, tatlı bir sesle bir şeyler söylermiş ki, kendi sesinin etkisinden önce kendi gözleri dolarmış. Ondan sonra artık işçiler gözyaşlarını tutamazlarmış. Patron ağlar, onlar ağlarmış. Bir zaman karşılıklı ağlaştıktan sonra, ne diyeceklerini de unutan işçiler dışarı çıkarlarmış. Neden sonra kendilerine gelir gibi olunca, "Yahu, patron bize ne söyledi de biz öyle ağladık?" diye birbirlerine sorarlarmış. Ama patronun ne dediğini hiçbiri hatırlayamazmış.

Bir seferinde babam, arkadaşlarına:

- Sıkı duracağım, ne söylerse söylesin ağlamayacağım.. Hem de gündeliğimi artırmadan yanından çıkmayacağım, ya da işten ayrılırım.. demiş.

Daha içeri girip de:

- Beyefendi... der demez, patronu:

- Zor, zor kardeşim.. Biliyorum, bu zamanda geçim zor. Hiç bilmez olur muyum? diye başlamış.

Bu sözlerde ağlayacak bir şey yok ama, kağıt üstünde yazılı olunca öyle, bir de bu sözleri sesini yerli yerinde titretmeyi bilen birisi söylesin, karşısında taş olsa dayanamaz, ağlar. Ama babam, ne olursa olsun, ağlamamak için kendini tutuyormuş. Başlamışlar konuşmaya...

- Kaç kişiye bakıyorsun?

- Beş kişi...

- Vah vah vah!..

O kadar çok ve o kadar acıklı vah vah demiş ki, babam nerdeyse kendini tutamayıp boşanacakmış. Ama dişlerini dudağına geçirip dayanmış.

- Çocukların okula gidiyor mu?

- Biri gidiyor, biri gitmiyor...

- Çok yazık! Demek birini gönderemiyorsun...

- Ufak da ondan, büyüyünce göndereceğim.

- Karına üç yılda bir manto da yaptıramazsın...

Babam:

- Yaptırıyorum, demiş.

- Karın hasta da üstelik, değil mi?

- Yoo, hasta değil!

- Değil ama kardeşim, olabilir. O zaman ne olacak? Vah vah vah.. Kim bakacak zavallıya? Doktor ister, ilaç ister.. Bunların hepsi para.. Nasıl ameliyat ettireceksin?

- Kimi?

- Çocuğunu...

- Ne ameliyatı beyefendi? Öyle bir şey yok..

- Yok ama, mesela.. Gerekse...

Babam yine de dayanacakmış ama, patron ağlamaya başlayınca babam da gevşemiş:

- Aman beyefendi, ağlamayın, ne olur.. Biz nasıl olsa oluruz, bir kolayına bakarız.. Allahaşkına ağlamayın! demiş ki ona bakıp kendini de ağlatmasın.

Babam bu olayı anlatırken hep şöyle der:

- O zamana kadar patronla neler konuştuklarımızın farkındayım. Ama ondan sonra sözün gidişini kaybettim. Patron acıklı sesle bir şeyler anlatıyor, ikimiz karşılıklı ağlaşıyorduk. Derken nasıl olduysa, kendi kendime, "Toparlanayım da, bakalım şu adam neler anlatıyor, bir dinleyeyim." dedim. Bir de dikkat ettim, ne anlatsa iyi? Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in Kerbela'da nasıl şehit edildiklerini anlatmıyor mu? Nasıl edip lafı Hasan-Hüseyin'e getirdi, hiç anlayamadım.

Babam, ağlaya ağlaya patronun yanından çıkmış.


AZİZ NESİN 

20 Eylül 2013 Cuma

AHMET ÇAVUŞ / Trikopis'in esir alınışı

(Trikopis'in esir alınışı)

AHMET ÇAVUŞ

Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, bir zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:- Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim. Sordular:- Ne kadar kuvvetiniz var? dediler.- Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.- Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.- Alay kumandanıyım, dedim. Rütbemi sordular?- Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı. Hayretlerini gidermek için devam ettim:- Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler. Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:- Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?- Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!... Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:- Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı... Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.

18 Eylül 2013 Çarşamba

BİR KIZILDERİLİ KİTABESİNDEN

BİR KIZILDERİLİ KİTABESİNDEN :

Yalan
Tohumdur.
Bire kırk verir.
Verdiği kırkın her biri bir tohumdur ki
o da bire kırk verir.

*
Bilgi de tohumdur.
Bire yüz verir.
Verdiği yüzün her biri
Bir tohumdur ki;
sana bilgelik, torunlarına da ilham verir.

*
Zekâ
Sudur.
Tohumları yeşertir.
Yalanı da bilgiyi de.

*

Yetenek
Topraktır.
Ne ekersen onu biçersin
Ekmezsen üzerinde ayrık otları biter.

*
Emek
Güneştir.
Tohuma da suya da toprağa da hayat verir...

*

Şans
Doğal gübredir.
Boktan bir şeydir yani.
Ne zaman nereye düşeceği belli olmaz.
Kilimine düşerse kirletir. Desenini değiştirir.
Her şeyi bok eder.
Oysa toprağına düşerse besler.


KAYNAK : ZEYNEP ORAL - CUMHURİYET, 8 EYLÜL 2013